Satış Sözleşmelerinde Satıcının Ayıptan Doğan Sorumluluğu
Ticari satışlarda en sık karşılaşılan problemlerden biri de satışa konu mallarda karşılaşılan ayıplar sonucu tarafların hak ve yükümlülüklerinin belirlenmesidir. Her ne kadar 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (“TBK”), 818 sayılı eski Borçlar Kanunu’ndan farklı olarak bu konuda yenilikler getirmişse de, getirilen değişiklikler bir devrim niteliğinde değildir. Başta İskandinav ülkeleri olmak üzere, Hollanda ve Almanya gibi diğer birçok Avrupa ülkesi kendi yerel mevzuatlarını Viyana Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Anlaşması (“CISG”) hükümleri paralelinde ciddi yenilikler getirerek regüle etti. Ayrıca bu gibi satış sözleşmelerinde meydana gelebilecek uyuşmazlıkların çözümünün ortak bir yapıda ve düzende sonuca vardırılması ve mümkense potansiyel birçok sorunun da önüne geçilmesi adına ciddi yol kat ettiler.
Bu makalede 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (“TTK”) ve TBK hükümleri uyarınca ticari satışlarda meydana gelen ayıplar neticesiyle tarafların hak ve yükümlülüklerinin belirlenmesi ele alınmaktadır.
Ayıbın Tanımı ve Hukuki Niteliği
Öncelikle satıcının ayıptan sorumluluğu, TBK m. 219 – 231 hükümleri arasında düzenlenir. Kanun ışığında, ayıbı; satılanın, hasarın alıcıya geçtiği anda alıcıya bildirdikleri nitelikleri taşımaması veya satılandan beklenen yararları azaltan ya da kaldıran eksiklikler bulunması olarak tanımlayabiliriz.
CISG m. 35/2/a uyarınca, satılan ve alıcıya teslim edilen malların, aynı türden malların mutat olarak tahsis edildiği kullanım amacına uygun olması aranır. CISG m. 35/2/b’de ise, satılan ve alıcıya teslim edilen malların, sözleşmenin kurulması sırasında açıkça veya örtülü olarak satıcıya bildirilen her türlü özel kullanım amacına uygun olmaları gerektiği belirtilir.
Doktrindeki daha yaygın olan görüş uyarınca, satılanın ayıplarından doğan sorumluluk satıcının mülkiyetin devri olan asli ediminin bir tamamlayıcısı niteliğindedir. Buna ek olarak ayıbın hukuki niteliği değerlendirildiğinde, satıcının ağır kusurlu olduğu haller dışında TBK’nın ayıptan doğan satıcının sorumluluğuna ilişkin hükümleri emredici nitelikte olmadığından, bu sorumluluğu kaldıran veya sınırlayan bir anlaşma da sözleşme serbestisi dâhilinde akdedilebilir. Ancak belirtmek gerekir ki, açık olmayan bir sorumsuzluk hükmünü her zaman dar ve alıcı lehine yorumlamak gerekir.
Satıcının Ayıptan Sorumluluğunun Şartları
Satıcının satılanın ayıplarından sorumlu tutulabilmesi için belli başlı şartların yerine gelmesi gerekir. Bunları aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
Yarar ve Hasarın Alıcıya Geçmesi Anında Satılanda Ayıbın Var Olması
TBK m. 219 uyarınca, “Satıcı, alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği niteliklerin satılanda bulunmaması sebebiyle sorumlu olduğu gibi, nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukuki ya da ekonomik ayıpların bulunmasından da sorumlu olur”. Bu maddeye göre ayıp niteliği gereği olabileceği gibi, maddi ve hukuki de olabilir. Bir eşyanın kendi cinsinde diğer örnekleriyle karşılaştırıldığında kendi değerini ve elverişliliğini kaldıran ya da azaltan her türlü kötü niteliği maddi ayıp, satılanın değerini ve ondan beklenen faydaları etkileyen kamu hukukunun koyduğu bir takım sınırlama ve yasaklardan doğan eksikliği de hukuki ayıp olarak tanımlayabiliriz[1].
Bir önemli nokta ise miktar eksikliğinin niteliğidir. Satılandaki miktar eksikliği kural olarak ayıp sayılmamaktadır ancak yine de gereği gibi ifa etmemeden dolayı satıcının sorumluluğuna sebebiyet verir. Ancak yine de belirtilmelidir ki, miktar eksikliğinin, niceliğin niteliği etkilediği bazı istisnai durumlarda ayıp olarak nitelendirildiği görülür. Evin genişliği, bir aletin çapı, bir kumaşta eksik desenin bulunması gibi örnekler bu durumun istisnai örnekleri olarak değerlendirilebilir[2].
Alıcının Ayıbı Bilmemesi ve Ayıbın Önemli Olması
TBK m. 222’ye göre “Satıcı, satış sözleşmesinin kurulduğu sırada alıcı tarafından bilinen ayıplardan sorumlu değildir. Satıcı, alıcının satılanı yeterince gözden geçirmekle görebileceği ayıplardan da, ancak böyle bir ayıbın bulunmadığını ayrıca üstlenmişse sorumlu olur”.
Madde hükmünden de açıkça anlaşılacağı üzere, sözleşmenin kurulması anında alıcı, ayıpları biliyorsa, bunları kabul etmiş sayılır ve bundan böyle satıcı bu ayıplardan sorumlu tutulamaz. CISG m. 35/3’e göre ise satışa konu malların kullanıma elverişsiz olması sebebiyle satıcının sorumluluğuna gidilebilmesi için alıcı, bu elverişsizliği bilerek veya bilmesi mümkün olmayarak satış sözleşmesini kurmamalıdır.
Ayıbın önemli olması şartının gerçekleşmiş olarak kabul edilmesi için satılandaki ayıp sonucunda satışa konu malın değerinin veya elverişliliğinin ciddi derecede azalması veya tamamen kaybolması gerekir.
Ayıptan Doğan Sorumluluğun Sözleşme ile Kaldırılmamış Olması
TBK m. 221’de, satıcının satılanı ayıplı olarak devretmekte ağır kusurlu olması halinde, satıcının ayıptan sorumluluğunu kaldıran veya sınırlayan her anlaşmanın kesin olarak hükümsüz olduğu düzenlenir. Yukarıda da bahsedildiği üzere, söz konusu hükümler emredici nitelikte olmadığından satıcının ayıptan doğan sorumluluğunu sınırlayan veya kaldıran bir anlaşma yapılabilme imkanı vardır. Ancak yine madde hükmünde de görüldüğü üzere, satıcının ağır kusurlu olduğu durumlarda satılanda bulunduğunu bildiği bir ayıbı hile yoluyla gizlemesi halinde veya ayıplı malın devrinde bir ihmal veya kast ile hareket ettiği durumlarda satıcının söz konusu sorumsuzluğuna ilişkin akdedilen tüm anlaşmalar geçersiz olur.
Alıcının, Kanunun Kendisine Yüklediği Külfetleri Yerine Getirmiş ve Ayıbı Kabul Etmemiş Olması
TBK m. 223 uyarınca, “Alıcı, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre imkân bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde ona bildirmek zorundadır. Alıcı gözden geçirmeyi ve bildirimde bulunmayı ihmal ederse, satılanı kabul etmiş sayılır. Ancak, satılanda olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayacak bir ayıp bulunması hâlinde, bu hüküm uygulanmaz. Bu tür bir ayıbın bulunduğu sonradan anlaşılırsa, hemen satıcıya bildirilmelidir; bildirilmezse satılan bu ayıpla birlikte kabul edilmiş sayılır”.
Alıcıya kanunen yüklenen külfetler, satılanı gözden geçirme ve varlığı iddia edilen ayıpları satıcıya bildirme yükümlülükleridir. Alıcı, satın aldığı malı gözden geçirmek ve herhangi bir ayıbı farketmesi durumunda da bu ayıbı satıcıya bildirmekle mükelleftir. Ancak doktrindeki yeni bir görüş uyarınca söz konusu külfetler tacir olmayan alıcılar için ağır sayılabilecek nitelikte olduğundan bu çeşit alıcıların her hâlükârda TBK m. 112 uyarınca genel hükümlere dayanarak tazminat ve başka taleplerde bulunma imkânına sahip olması gerektiği düşünülür.
Yine konuya ilişkin bir diğer düzenlemeye de TTK m. 23’de yer verilmiştir. Buna göre, “malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki (2) gün içinde durumu satıcıya ihbar etmelidir. Açıkça belli değilse alıcı malı teslim aldıktan sonra sekiz (8) gün içinde incelemek veya incelettirmekle ve bu inceleme sonucunda malın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını korumak için durumu bu süre içinde satıcıya ihbarla yükümlüdür. Diğer durumlarda, Türk Borçlar Kanununun 223’üncü maddesinin ikinci fıkrası uygulanır”. Böylece ticari satışa konu şeyin ayıplı olması halinde ayıbın niteliğine göre alıcının bildirim süreleri düzenlenmiştir. Ancak konuya ilişkin TBK m.223/1 hükmünde geçen uygun süre ifadesinden, ayıbın farkedilmesini müteakip, işin ve halin gerektirdiği normal bir süratle durumun satıcıya bildirilmesi anlaşılmaktadır.
Gözden geçirme ve bildirim külfetlerinin alıcı tarafından kanunun düzenlediği süreler içerisinde yerine getirilmediği durumlarda alıcının söz konusu ayıplı malları kabul etmiş olduğu sayılır. Ne var ki satıcının ağır kusurlu olduğu durumlarda satıcı, alıcının süresinde bildirim yapmadığını ileri sürerek sorumluluğundan kurtulamaz.
CISG m. 38’de alıcının gözden geçirme külfeti düzenlenir. Buna göre, “alıcı, malları, koşulların izin verdiği ölçüde kısa bir süre içerisinde muayene etmek veya ettirmek zorundadır”. Yine aynı maddenin ikinci fıkrasında ise “sözleşme, malların taşınmasını gerektiriyorsa muayene, malların varma yerine ulaşması sonrasına ertelenebilir” denmektedir.
CISG m. 39’da ise alıcının bildirim külfeti düzenlenir. Buna göre “Alıcı, bir sözleşmeye aykırılık saptadığı veya saptaması gerektiği tarihten itibaren makul bir süre içinde satıcıya, sözleşmeye aykırılığı türünü de belirterek bildirmezse, bu sözleşmeye aykırılığa dayanma hakkını kaybeder. Her halde, alıcı, malların fiilen kendisine verildiği tarihten itibaren en geç iki yıllık bir süre içinde sözleşmeye aykırılığı satıcıya bildirmezse, bu sözleşmeye aykırılığa dayanma hakkını kaybeder; meğerki bu süre sözleşmesel bir garanti süresiyle bağdaşmıyor olsun”.
Satıcının Ayıba Karşı Sorumluluğundan Dolayı Alıcı Lehine Doğan Seçimlik Haklar
Satıcının ayıplı mal teslim etmesi durumunda TBK alıcıya bazı seçimlik haklar tanır. Bu haklar TBK m. 227’de sıralanır. Buna göre, “Satıcının satılanın ayıplarından sorumlu olduğu hâllerde alıcı, aşağıdaki seçimlik haklardan birini kullanabilir:
- Satılanı geri vermeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeden dönme.
- Satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinde indirim isteme.
- Aşırı bir masrafı gerektirmediği takdirde, bütün masrafları satıcıya ait olmak üzere satılanın ücretsiz onarılmasını isteme.
- İmkân varsa, satılanın ayıpsız bir benzeri ile değiştirilmesini isteme.
Alıcının genel hükümlere göre tazminat isteme hakkı saklıdır.
Satıcı, alıcıya aynı malın ayıpsız bir benzerini hemen vererek ve uğradığı zararın tamamını gidererek seçimlik haklarını kullanmasını önleyebilir.
Alıcının, sözleşmeden dönme hakkını kullanması hâlinde, durum bunu haklı göstermiyorsa hâkim, satılanın onarılmasına veya satış bedelinin indirilmesine karar verebilir.
Satılanın değerindeki eksiklik satış bedeline çok yakın ise alıcı, ancak sözleşmeden dönme veya satılanın ayıpsız bir benzeriyle değiştirilmesini isteme haklarından birini kullanabilir.”
Alıcının kanunen kendisine tanınmış olan seçimlik haklarının hukuki niteliğine ilişkin doktrinde çeşitli görüşler bulunur. Görüş ayrılığına sebebiyet veren konu, alıcının seçimlik haklarının, özellikle dönme hakkının bir yenilik doğuran hak mı yoksa tarafların mutabakatı ile (kurucu nitelikte) gerçekleşen bir talep mi olduğu noktasındadır. Her ne kadar konuya ilişkin ağır görüş bu seçimlik hakların bir yenilik doğuran hak olduğu dolayısıyla satıcıya yapılan tek taraflı irade beyanı ile kullanılacağı yönünde olsa da bir diğer görüşe göre de alıcının kullanacağı seçimlik hak üzerinde tarafların mutabakatının aranması gerektiğidir. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda söz konusu seçimlik hakların kullanımının mahkemeler üzerinden yapılması gerekmekte iken, TBK’da bu problemin önüne geçilerek daha hızlı aksiyon alınabilmesine imkan tanınmıştır.
Seçimlik Hakların Kullanımının Sınırları
Yukarıda vurgulandığı üzere TBK’da yer alan satıcının ayıptan doğan sorumluluğuna ilişkin hükümlerin yedek hukuk kuralları niteliğinde olması ve emredici normlar olmaması sebebiyle tarafların aralarında akdedecekleri bir sözleşme ile alıcının seçimlik haklarına veya kullanımlarına çeşitli sınırlamalar getirebilir. Örneğin seçimlik hakların sadece mahkeme kanalıyla kullanılabileceğine ilişkin sınırlama getirilebilir. Buna ek olarak ayıp sebebiyle satılanın değerindeki eksikliğin satış bedeline çok yakın olması durumunda alıcı seçimlik haklarından sadece dönmeyi veya satılanın benzeri ile değiştirilmesini talep edebilir. Bir diğer sınırlama ise yukarıda da vurgulanan zaman bakımında sınırlamalardır. TBK ve TTK nezdinde düzenlenen sürelerin kaçırılması durumunda seçimlik hakların kullanılamayacağı düzenlenmiştir. Yine TBK m. 227’de belirtildiği gibi satıcı, alıcıya aynı malın ayıpsız bir benzerini hemen vererek ve uğradığı zararın tamamını gidererek alıcının seçimlik haklarını kullanmasını önleyebilir.
Dönme
Dönmenin sonuçları TBK m. 229’da açıklanmıştır. Bu madde uyarınca, “Satış sözleşmesinden dönen alıcı, satılanı, ondan elde ettiği yararları ile birlikte satıcıya geri vermekle yükümlüdür. Buna karşılık alıcı da, satıcıdan aşağıdaki istemlerde bulunabilir:
- Ödemiş olduğu satış bedelinin, faiziyle birlikte geri verilmesi.
- Satılanın tamamen zaptında olduğu gibi, yargılama giderleri ile satılan için yapmış olduğu giderlerin ödenmesi.
- Ayıplı maldan doğan doğrudan zararının giderilmesi.
Satıcı, kendisine hiçbir kusur yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alıcının diğer zararlarını da gidermekle yükümlüdür”.
Yukarıda bahsedilen görüş ayrılıkları sebebiyle bazı durumlarda alıcının tek taraflı irade beyanı ile bazı durumlarda da satıcının onayı ile ve bazen de mahkemenin vereceği dönme kararı ile satış sözleşmesi geçmişe doğru etkili olarak ortadan kalkar. Bundan dolayı dönme hakkının kullanılması halinde taraflarca yerine getirilmiş edimlerin iadesi gereklidir.
Dönme hakkının kullanılmasındaki maksat, sözleşmenin kurulmasından önceki durumuna getirmek olduğundan elde edilen semenden ve ödenen bedelin faizinin iadesi öngörülür, bununla beraber alıcının maruz kaldığı zararın da satıcı tarafından tazmin edilmesi gerektiği düzenlenmiştir.
Bedelin İndirilmesi
TBK m. 227 yukarıda da görüleceği üzere alıcıya, satılanı alıkoyup, değer eksikliği karşılığı bedelin indirilmesini dava etme hakkı verir. Dönme opsiyonundan farklı olarak, bu seçimlik hakkın kullanımında bedele ilişkin şartlar dışında, varlığını ve geçerliliğini devam ettirir ve karşılıklı alacaklara ait fer’i haklar devam eder. Bu hakkın kullanımında alıcının tek taraflı irade beyanı yeterli olmayıp, satıcının da semende indirimi kabul etmesi gerekmekte olup, bir diğer yöntem de mahkemeye başvurulmasıdır.
Ayıplı Malın Değiştirilmesi
Yine TBK m. 227’de listelenmiş, alıcıya tanınan seçimlik haklardan biri olan değiştirme hakkı sadece çeşit borçlarında söz konusu olabilmekte iken, parça borçlarında ise bu hakkın kullanımı ancak tarafların mutabakatı kaydıyla gerçekleşebilir. TBK m. 227, alıcıya böyle bir hak tanıdığı gibi, satıcıya da derhal satılanın ayıpsız bir benzerini teslim etmek ve alıcının uğradığı zararı tamamen tazmin etmek koşuluyla alıcının açabileceği davalardan ve alıcıya tanınan seçimlik hakların kullanılmasının önüne geçme hakkı tanır.
Genel Hükümlere Göre Tazminat Hakkı
TBK’nın 818 sayılı Borçlar Kanunu’na getirdiği en önemli yeniliklerden biri de TBK m. 227 uyarınca alıcının seçimlik haklarının yanında satılanın ayıplı olarak teslimi sebebiyle maruz kaldığı zararlar için genel hükümler uyarınca alıcıya tazminat isteme hakkının tanınmış olmasıdır. İşte bu yenilik beraberinde bazı görüş ayrılıkları meydana getirmektedir. Alıcının diğer seçimlik hakları ile birlikte ya da bunlardan bağımsız genel hükümlere göre tazminat talebinde bulunabilmesi için alıcıya yüklenen gözden geçirme ve bildirim külfetlerini yerine getirip getirmediği tartışmalıdır. Bir diğer görüş ayrılığı ise bu çeşit başvurulara uygulanacak zamanaşımı süresinin TBK m. 231 uyarınca iki (2) yıl mı olacağı yoksa TBK m. 146 uyarınca on (10) yıl mı olacağı noktasındadır.
Belirtmek gerekir ki, TBK m. 227/2’ye ilişkin kanun gerekçesinde bu konuya açıklık getirilmiştir; “…öğreti ve uygulamada da kabul edildiği gibi, alıcının hangi seçimlik hakkı kullanmış olursa olsun, ayrıca satılanın ayıplı tesliminden dolayı uğradığı zararlar için genel hükümlere göre tazminat isteme hakkının saklı tutulduğu belirtilmektedir. Ancak, alıcının satılanın ayıplı olması nedeniyle dönme hakkını kullanmasının sonuçlarının, 229. maddede düzenlendiği göz önünde tutulursa, onun dönme dışındaki diğer seçimlik hakları ile birlikte, uğradığı zararın giderilmesini, genel hükümlere göre isteyebileceğinde bir duraksama yoktur”.
Konumuza ilişkin doktrindeki en yaygın eleştiri, sözleşmenin ihlali durumları ve hukuki sonuçları arasında somut bir ayrım yapılması sebebiyle tatmin edici olmayan hakkaniyete aykırı düşen sonuçların meydana gelmesi iken, kural olarak bunların genel esaslara tabi tutulması ile bu problem büyük bir ölçüde giderilmiştir. Yine belirtmek gerekir ki, alıcıya seçimlik hakları dışında genel hükümlere dayanarak tazminat talebinde bulunma hakkının tanınması da en önemli düzenleme olarak göze çarpmaktadır.
[1] Cevdet Yavuz, Türk Borçlar Hukuku: Özel Hükümler, 2014 İstanbul.
[2] Cevdet Yavuz, Türk Borçlar Hukuku: Özel Hükümler, 2014 İstanbul.
Bu makalenin tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeksizin veya Erdem & Erdem’in yazılı izni alınmaksızın bu makale kullanılamaz, çoğaltılamaz, kopyalanamaz, yayımlanamaz, dağıtılamaz veya başka bir suretle yayılamaz. Kaynak gösterilmeksizin veya Erdem & Erdem’in yazılı izni alınmaksızın oluşturulan içerikler takip edilmekte olup, hak ihlalinin tespiti halinde yasal yollara başvurulacaktır.